Dicle Öldürülenoğlu, Lise 2. ve 3. sınıfta(5 Fen A ve 6 Fen D) İngilizce öğretmenimdi.
Ortaokulda Pesen hanımla şarkı söyleyerek ve eğlenceli geçen İngilizce derslerimiz tabii ki daha çok dil öğrenimi ile ilgiliydi. Lise sınıflarında ise öğrencilerin ilgisi daha çok ileride girmek istedikleri üniversiteler ve bölümleriyle ilgili derslere yöneliyordu. Dolayısıyla Lise 2. sınıftan itibaren Fen şubesine ayrılanların doğal olarak İngilizce dersine ilgisi azalmaya başlıyordu.
Benim eğilimim ise tam tersi olmuştu. Zaten kitap okumayı hep severdim. Orta 2-3. sınıflardan sonra sıkı bir bilim-kurgu okuyucusu olmuş, sonra da kendi öykülerimi yazmaya başlamıştım.
Dicle hanım müthiş bir edebiyat bilgisine sahipti. William Golding'in Lord of the Flies'ının yorumlarını bu kadar güzel yapan birisi yoktur herhalde. (Gerçi Bora Birkardeşler ile bu kitap konusunda hep fikir ayrılıkları vardı) Ben de sık sık kitaplar üzerine konuşurdum onunla. Derse ilgimi hiç kaybetmediğim için de bazen dersler ikimiz arasında diyalog şeklinde geçebiliyordu.
Dicle hanım bize sürekli kelime öğretmeye çalışıyordu, bunlar pek öyle kolay kelimeler de olmazdı. Örneğin putrid, fetid, lucid gibi hem kafiyeli, hem atmosfer belirleyen kelimeleri verir ve hepsiyle birer cümle yapmamızı isterdi. Ben de kendimce bir oyun geliştirmiştim. Verdiği 20 kadar kelimeyle birer cümle yazmak yerine kelimelerin tümünün içinde geçtiği öyküler yazıyordum. Hatta daha sonra bu öykülerin bir kısmı bir bilim kurgu dergisinin yarışmasında dereceye bile girmişti! Yani Dicle hanımın benim edebiyat ve daha sonra çeviri yaşamımda en büyük payı olduğunu söyleyebilirim.
Aklımda kalan bir başka şey de öğrenci ilişkileriydi. Bir çok öğretmenin aksine öğrencilerle karşıklı bir birey olarak ilişki kurar ve değer verir, bunu da size hissettirirdi. Derste hiç bir zaman yüksek ses ya da sertlik kullanmadan otoritesini sağlamayı becerirdi, aslında onun dersinde herhangi bir taşkınlık yapmaya utanırdınız.
Dicle hocayla geçen iki yılın sonunda daha sonra iş hayatımda sürekli kullanacağım ve yurtdışında rahatlıkla çalışmamı sağlayacak bir İngilizce düzeyine erişecek kadar kitap okumuş, düşünmüş ve tartışmıştım.
Sevgili hocamızın 30. yıl yemeğine katıldığını görünce çok duygulandım ve bu yazıyı yazdım. Sevgili Dicle hanıma daha nice sağlıklı ve mutlu yıllar diliyorum.
Ortaokulda Pesen hanımla şarkı söyleyerek ve eğlenceli geçen İngilizce derslerimiz tabii ki daha çok dil öğrenimi ile ilgiliydi. Lise sınıflarında ise öğrencilerin ilgisi daha çok ileride girmek istedikleri üniversiteler ve bölümleriyle ilgili derslere yöneliyordu. Dolayısıyla Lise 2. sınıftan itibaren Fen şubesine ayrılanların doğal olarak İngilizce dersine ilgisi azalmaya başlıyordu.
Benim eğilimim ise tam tersi olmuştu. Zaten kitap okumayı hep severdim. Orta 2-3. sınıflardan sonra sıkı bir bilim-kurgu okuyucusu olmuş, sonra da kendi öykülerimi yazmaya başlamıştım.
Dicle hanım müthiş bir edebiyat bilgisine sahipti. William Golding'in Lord of the Flies'ının yorumlarını bu kadar güzel yapan birisi yoktur herhalde. (Gerçi Bora Birkardeşler ile bu kitap konusunda hep fikir ayrılıkları vardı) Ben de sık sık kitaplar üzerine konuşurdum onunla. Derse ilgimi hiç kaybetmediğim için de bazen dersler ikimiz arasında diyalog şeklinde geçebiliyordu.
Dicle hanım bize sürekli kelime öğretmeye çalışıyordu, bunlar pek öyle kolay kelimeler de olmazdı. Örneğin putrid, fetid, lucid gibi hem kafiyeli, hem atmosfer belirleyen kelimeleri verir ve hepsiyle birer cümle yapmamızı isterdi. Ben de kendimce bir oyun geliştirmiştim. Verdiği 20 kadar kelimeyle birer cümle yazmak yerine kelimelerin tümünün içinde geçtiği öyküler yazıyordum. Hatta daha sonra bu öykülerin bir kısmı bir bilim kurgu dergisinin yarışmasında dereceye bile girmişti! Yani Dicle hanımın benim edebiyat ve daha sonra çeviri yaşamımda en büyük payı olduğunu söyleyebilirim.
Aklımda kalan bir başka şey de öğrenci ilişkileriydi. Bir çok öğretmenin aksine öğrencilerle karşıklı bir birey olarak ilişki kurar ve değer verir, bunu da size hissettirirdi. Derste hiç bir zaman yüksek ses ya da sertlik kullanmadan otoritesini sağlamayı becerirdi, aslında onun dersinde herhangi bir taşkınlık yapmaya utanırdınız.
Dicle hocayla geçen iki yılın sonunda daha sonra iş hayatımda sürekli kullanacağım ve yurtdışında rahatlıkla çalışmamı sağlayacak bir İngilizce düzeyine erişecek kadar kitap okumuş, düşünmüş ve tartışmıştım.
Sevgili hocamızın 30. yıl yemeğine katıldığını görünce çok duygulandım ve bu yazıyı yazdım. Sevgili Dicle hanıma daha nice sağlıklı ve mutlu yıllar diliyorum.
Yorumlar
Ama Dicle hanımla okuduğumuza eminim, çünkü ortaokulda Moonfleet,
Silas Marner falan okuduk. Daha sonra Truman Capote - The Grass Harp
Lise 1'de olmalı, ama Pesen hanım devam etmişti Lise 1'de.
Dicle hanımla ayrıca Death of A Salesman okuduk.
Catcher in the Rye asil tam o yas gencinin (erkek) Dicle ile okumasi gereken kitaptir.
Zoo Story de Dicle ile iyi gittiydi.
Portrait of the Artist as a Young Man'i okumaya vakit yetmediydi. YAzik tabii. Onu da Dicle ile okusak cok farkli olurdu, eminim.
Hersey gonlunce olsun ahir omrunde sevgili Dicle'nin..
Sevgiler hepinize,
A.